Dienstag, 24. Januar 2012

12 Eylül yargı önünde, nihayet! / Ragıp ZARAKOLU

/ Kandıra 2 nolu F Tipi Cezaevi

General Başbuğ’un “darbe” ve “kaos” planları çerçevesinde tutuklanması; 12 Eylül darbesine ilişkin olarak General Evren ve General Şahinkaya’ya dava açılması, yaşamakta olduğumuz “kırılmanın” bir başka önemli göstergesi.

1975-80 arasında öylesine güçlü bir antifaşist halk hareketi yükselmişti ki, 12 Eylül darbesinden sonraki ruh halimiz, 12 Mart darbesi gibi bunun da ömrünün uzun olmayacağı yolunda idi. Ama Türkiye’yi yöneten derin devletin model aldığı Şili gibi, yargılanma süreci 30 yılı buldu. Şili gibi Türkiye’de de militarizm, siyasi sisteme kaba bir biçimde damgasını vurmayı ve sistemin ortağı olmayı başardı. Lakin Amerika’da yaratılan sistemin adı, “kontrol altında demokrasi” idi, bu konuda 80’li yıllarda hayli yayın yaptım. Şimdilerde buna “vesayet rejimi” diyorlar.

12 Eylül 30 yılda öylesine belleğin gerisine gömüldü ki, genç kuşaklar neler olduğunu bile bilmiyorlar. Kaldı ki 12 Eylül’ün oluşturduğu ortam içinde şekillendiler. Hayat böyle bir şey diye düşünüyorlar.

1981 yılında Mamak’tan ilk tahliyeler başladıktan sonra, orada yaşananları, “kafes”leri, “yıkım”ları, “karıştır-barıştır”ları dünya kamuoyuna aktarmaya başladık. Aileler en ağır koşullar altında harekete geçmeye başladı. Sonunda 1986’da onlarla birlikte İnsan Hakları Derneği’ni oluşturduk.

Bir yandan 12 Eylül’ün tahribatı ile uğraşırken, öte yandan 12 Eylül sorumlularının yargılanmasını da kamuoyunun dikkatine çekmek istiyorduk.

Yunanistan, Arjantin ve Uruguay’daki cunta yargılamaları önümüzde önemli örnekler olarak duruyordu. Yeni darbeleri önlemenin yolu, devletin ve ajanlarının “suç işleme özgürlüğü”nün kaldırılmasından geçiyordu.

Öte yandan Russel/Sartre/Aybar ve diğer aydınların Vietnam Savaşı’ndaki soykırım nedeniyle sembolik olarak ABD’yi yargılaması 1960’ların sonunda önemli ve ilginç bir model oluşturmuştu. Madem uluslararası yargı, insanlığa karşı işlenmiş suçları kovuşturmuyordu, o zaman insanlık adına aydınlar, bir çeşit “vicdan mahkemesi” kurmalıydı. 1960’da Vietnam’dan dönen Aybar’i Açık Hava Tiyatrosu’nda nasıl heyecanla dinlediğimizi hatırlıyorum.

Benzeri bir sembolik yargılama da 1984’te Paris’te Ermeni Soykırımı’na ilişkin olarak yapılmış ve orada da Türkiye aydınının onurunu Yılmaz Güney kurtarmıştır.

Bu sembolik yargılamayı 12 Eylül’e ilişkin olarak yapmak ne yazık ki mümkün değildi. Bu nedenle Almanya’da çeşitli milliyetlerden aydınların, sürgündeki Doğan Özgüden, Server Tanilli gibi Türkiyeli aydınların katılımı ile 12 Eylül cuntası Almanya’da yargılandı. Yine 1988 yılında sanırım. Bu sembolik yargılamaya, Yahudi Soykırımı’ndan dolayı Polonya’da çöküp Almanya adına özür dileyen Willy Brandt da destek vermişti.

Hazırlanan kapsamlı iddianamede 12 Eylül cuntasının kendi yurttaşlarına ve insanlığa karşı işlediği suçlar ayrıntılı biçimde sıralanmıştı. Önemli başlıklardan biri de, “Cuntanın Kürt Ulusuna Karşı İşlediği Suçlar” bölümü idi.

Bu sembolik yargılamayı organize eden, TÖB-Der yöneticilerinden, 1980 yılında Demokrat gazetesinin yayın yönetmeni olan İbrahim Sevimli idi. Kendisini sevgiyle anıyorum. Onu da Ayşe Nur gibi erken yitirdik kanserden.

2003 yılında bu vicdani yargılamanın belgelerini yayınladım. Yine bu yargılama için koşturan Prof. Dr. Gazi Çağlar’ın editörlüğü üstlenmesi ile.

Ve tabii kendimi yine mahkemede buldum. Savcıya bu davayı açtığı için teşekkür ettim. Hiç olmazsa bu yolla, 12 Eylül’ün tahribatını kamuoyunun önünde tartışmaya açacağımızı belirttim. Tanıklar dinleteceğimizi söyledim. Ne yazık ki bu davaya uluslararası çevreler daha büyük ilgi gösterdi. Elbette medye yine sustu. İlk duruşmada da bunları belirttim. Ve “Kürt Ulusuna Karşı İşlenen Suçlar” bölümünün ağırlığına karşı ilk celsede alelacele beraat ettim. Tam o sıralarda çiçeği burnunda Erdoğan hükümeti, AB ile balayı havasında idi. Artık kitapların yargılanması sona eriyor havası esiyordu.

Kitap 1000 adet basıldı ve hâlâ mevcudu var! Türkiye’deki az sayıdaki gerçek savcılardan biri olan Sacit Kayasu, meslektaşı olan sözde “hukukçular” tarafından linç edildi.

Bu davanın tanıklarından olan, gerek 12 Mart gerekse 12 Eylül faşizminin sabıka dosyasını kara kitaplar olarak hazırlayıp yayınlayan Doğan Özgüden yurttaşlıktan atıldı ve hakkında hâlâ tutuklama kararı var.

Sembolik yargılamayı sürgünde aydınlarla birlikte organize eden İbrahim Sevimli, kendi arkadaşlarınca tasfiye edildi; mezarı Düsseldorf’ta yumruklu yıldızı ile.

Server Tanilli’yi 30 yıllık müebbet sandalye yaşamından sonra yitirdik.

Ben “terörist” zanlısı olarak, Yüksek Güvenlikli bir cezaevinde ikamet ediyorum.

Ama olsun bugünleri de gördüm ya şükürler olsun. Yıllarca hapis yatmaya razıyım.

General Evren, bakalım “onurlu” davranacak mı? “Eğer yargı önüne çıkarsam” diyerek yapacağını söylediği eylemi yapacak mı?

Acaba 80 yaşında bir insandan yaptıklarının hesabının sorulması adil mi?

Kendiniz demiyor musunuz? “Şeriatın kestiği parmak acımaz” diye!

30 yıl boyunca 12 Eylül faşizmine karşı direnmiş biri olarak eğer “suçum” varsa, cezamı çekmeye hazırım.

Zaten 90’larda DGM’de beni, Ayşe Nur ile hapse atamadıklarından yakınıyorlardı.

2010’larda oğlum Deniz ile attılar.

Ama ben 30 yıl insanlık için çalıştım ya.

Bu da size dert olsun!
http://www.ozgur-gundem.com/index.php?haberID=30336&haberBaslik=12%20Eylül%20yargı%20önünde,%20nihayet!&action=haber_detay&module=nuce

Keine Kommentare:

Kommentar veröffentlichen